MEKKÎ B. EBÎ TÂLİB’İN HAYATI VE “MÜŞKİLÜ İ’RÂBİ’LKURʾÂN” ESERİNDE KULLANDIĞI YÖNTEM
Doç. Dr. Mücahit Elhut 2024-10-25
Özet:İslâm dininin birinci ve ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’i sağlam ve doğru bir şekilde anlayabilmenin en iyi yolu kuşkusuz Arap dilidir. Arap dilinin alt dallarından biri olan ve kelimelerin cümle içerisindeki konumu ile ilgilenen i’râb ilmi de doğru bir anlam için çok önemlidir. Biz de bu çalışmada konunun daha iyi anlaşılması için i’râb ve İ’râbu’l-Kur’ân’ kavramlarının lügat ve terim manalarını ele almakla birlikte, Mekkî b. Ebî Tâlib’in değerli eserlerinden biri olan Müşkilü İ’râbi’l-Kur’ân eserinin yazılış amacı ve yöntemine değindik. Mekkî’nin hayatı boyunca ilim için yaptığı zorlu yolculuklardan, bu yolculuklarda hangi muteber hocalardan ders aldığından, hangi değerli öğrencileri yetiştirdiğinden, hangi kıymetli eserleri topluma kazandırdığından kısaca bahsettik.
GİRİŞ
İslâm dininin yüce kitabı Kur’ân-ı Kerîm’in Arap diliyle nazil olduğunu1 , indirildiği yerin ve ilk muhataplarının onu anlayacak ve doğru okuyacak düzeyde olduklarını biliyoruz. Ama Hz. Muhammed (s.a.s.)’in vefatından sonra halifeler döneminde İslâm toprakları fetihlerle genişleyip Arap olmayanların İslâm’la şereflenmeleri bazı sorunları da beraberinde getirmiş oldu. Bu sorunlardan biri de onların Kur’ân’ı yanlış okumaları konusudur. Kur’ân’ın ilk başta harekesiz ve noktasız olduğu bilindiğine göre İslâm’ı kabul eden Arap olmayanların bu yanlışa düşmeleri normal bir durumdur. İlk olarak Ebû’l-Esved ed-Düelî (ö. 69/688) tarafından bu yanlışa mâni olmak, Kur’ân-ı Kerîm’in okunuşunu kolaylaştırmak ve hatalı tilavetin önüne geçmek için Kur’ân’a i’râb alâmetleri olarak, hareke tarzında noktalar konulmuştur.2 İ’râbın Arap dilinde önemli bir yeri olduğunu, yeri geldiğinde sadece bir harekenin dahi bütün anlamı değiştirdiğini şu örnekte görebiliriz: Hz. Ömer (r.a.) döneminde Medine’ye gelen bir Arap: “Bana Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’dan bir kısmını kim okuyabilir?” der. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri Tevbe süresini okumaya başlar. Fakat üçüncü âyetteki ُهُ) ُم ْشِّر ِّكي َن َو َرسُول ْ َّن ّللاَ بَ ِّري ٌء ِّ م َن ال َ أ” (Allah ve Resulü, müşriklerden beridir.” ُهُ) Âyetindeki 3 َو َرسُول ) َو ) kelimesini ُلهِّوُرسَ ( şeklinde mecrur okur. Bu durumda âyetin manâsı ‘Allah, müşriklerden ve Resulünden beridir’ şekline dönüşür ve bu olay Hz. Ömer’e intikal eder. Bunun üzerine Hz. Ömer de Arap dilini iyi bilmeyen kimselerin Kur’ân-ı Kerîm okutmamalarını emreder. Ayrıca Ebû’l-Esved’den nahiv ile alakalı bilgileri tespit etmesini ister. 4 Ebû’l-Esved ed-Dü’elî de bu işi bilindiği üzere tamamlar. Bu örnekte sadece bir harekeyle anlamın ne kadar değiştiğini hatta yeri geldiğinde farkında olmadan yapılan bir hareke değişikliğinin kişiyi dini emirleri inkara sürükleyebileceğini görebiliriz. Böylece i’râbın, Arap dilinde manayı bulmaya yarayan bir vesile olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu sayede Kur’ân’ı doğru okuyup ve doğru anlamak için Arapçayı bilmenin âyetleri gramer olarak ele alıp inceleyen İ’râbu’l-Kur’ân ilminin önemini daha iyi anlamaktayız. Kur’ân ilimleri içerisinde İ’râbu’l-Kur’ân’ın önemli bir yeri vardır. Biz de bu çalışmada i’râb kavramını ve Kur’ân ilimlerinden İ’râbu’l-Kur’ân’ı açıklayıp, hicri dördüncü ve beşinci asırlarda yaşamış olan Mekkî b. Ebî Tâlib (ö. 437/1045) tarafından yazılan Müşkilü İ’râbi’lKurʾân eserinin i’râb yöntemini ele alacağız. Ama öncelikle i’râbın ve i’râbu’l-Kur’ân’ın ne olduğuna kısaca değineceğiz.
1. İ’RÂB VE İ’RÂBU’L KUR’ÂN KAVRAMLARI
1.1. İ’râbın Tarifi
Arapçada bir kelimenin birden fazla manada ve farklı anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir. İ’râbın lügat ve ıstılâh anlamlarını yararlandığımız kaynaklar ışığında şöyle özetleyebiliriz:
1.1.1. İ’râbın Lügat Manâsı
İʻrâb ِّ إ (kelimesi, sülasi ب-ر-ع köküne bir harf (أ (eklenmek sûretiyle oluşturulan ْع َر َب َ أ fiilinin mastarıdır. Lügavî eserlerde (عرب (kelimesiyle açıklanan i’râbın farklı anlamları ifade ettiğini şu şekillerde görebiliriz: Fesâhat: Dilin, tutukluk yapmasının zıddı olarak, fasih, açık ve anlaşılır bir şekilde konuşmak 5 manalarına gelir. (عريبْ مُ رجل (ifadesi, Arapçayı fasih ve anlaşılır bir şekilde konuşan kişi anlamına gelir. 6 Beyân: Açıklama, îzah etme demektir. ‘‘إعراب “ve ‘‘تعريب “kelimelerinin mana bakımından bir olduğu ve ‘‘إبانة “yani ‘’beyân’’ manâsına geldiği ifade edilmektedir. 7 Benzeşme: Bir halden başka bir hale dönüşmek demektir. “رب تع “denildiği zaman ‘’Arap’a benzedi, Araplaştı.’’ manâsında kullanılır.8 Bunun dışında i’râb birçok farklı anlamlarda kullanılmaktadır. İ’râbın lügatlarda birçok manada kullanılmasıyla beraber genel olarak ibâne, ifsâh ve îzah10 kelimeleriyle açıklanmıştır. Anlamca birbirine yakın olan ibâne, ifsâh ve îzah kelimeleri açıklamak, bir şeyin özünü, aslını ve gerçeğini ortaya çıkarmak, net ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek, ortaya koymak gibi anlamlara gelmektedir.11 İ’râbın kelime anlamı itibariyle, beyân etmek, açıklamak, düşüncesini ve niyetini dile getirmek, benzeşmek, kelimelerin anlamlarını açıklamak, bir şeyi net ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek, kapalılığı gidermek gibi manalara geldiğini görmekteyiz.
1.1.2. İ’râbın Istılâhî Manâsı
İ’râbın terim olarak üzerinde ittifak edilen belli bir tanımı yoktur; fakat genel olarak yapılan tanımlar belli başlı özellikler taşımaktadır. Erken dönemlerde i’râb kelimesi, nahiv ile aynı anlamda kullanılmıştır. Nahivcilerin, i’râbı bu anlamda kullanmalarının sebebi ise, i’râbın cümlenin anlamını tespit etmedeki rolünden kaynaklanmaktadır. ez-Zeccâcî (ö. 337/949), elÎzâh fî ʻİleli’n-Nahv adlı eserinde, nahivcilerin, belli anlamlara gelen ve genellikle isim ve fiillerin sonlarında gerçekleşen hareke değişikliklerine iʻrâb, yani beyân edici özellik dediklerini ifade eder. Zeccâcî’ye göre iʻrâbın kelime anlamı terim anlamını çağrıştırır bir şekilde, cümleyi ve cümlenin içerisinde geçen kelimelerin aldıkları konuma göre anlamlarını bilmeyi içerir.12 Dil âlimleri, i’râb konusunda terim olarak iki ana görüş belirtmişlerdir: Birincisi lafzî, yani söyleyişle ilgili boyutu, ikincisi ise iʻrâbın anlamsal oluşudur, yani harekelerin anlama delalet etmesidir. İbn Mâlik (ö. 672/1274) lafzî olanı tercih eder. İbn Mâlik, iʻrâbı, şu şekilde ifade eder: “Kendisiyle âmilin gerekliliğinin beyân edildiği şeylerdir. Bunlar da: Hareke, harf, sükûn ve hazf ile yapılır. İsimde asıldır, çünkü tek bir sîgayla farklı manaların kabulünü gerektirir.”13 İ’râb kelimesini anlamsal yönden tanımlayan âlimlere göre ise i’râb mana ile ilgili olup, harekeler ise bu manaların delilleridir. Bunlardan Sîbeveyh (ö. 180/796) iʻrâb konusunu ilk önce iʻrâb harfleri, âmiller ve kelime sonlarındaki hareke/harf değişiklikleri bağlamında ele alır İ’râbın terim olarak üzerinde ittifak edilen belli bir tanımı yoktur; fakat genel olarak yapılan tanımlar belli başlı özellikler taşımaktadır. Erken dönemlerde i’râb kelimesi, nahiv ile aynı anlamda kullanılmıştır. Nahivcilerin, i’râbı bu anlamda kullanmalarının sebebi ise, i’râbın cümlenin anlamını tespit etmedeki rolünden kaynaklanmaktadır. ez-Zeccâcî (ö. 337/949), elÎzâh fî ʻİleli’n-Nahv adlı eserinde, nahivcilerin, belli anlamlara gelen ve genellikle isim ve fiillerin sonlarında gerçekleşen hareke değişikliklerine iʻrâb, yani beyân edici özellik dediklerini ifade eder. Zeccâcî’ye göre iʻrâbın kelime anlamı terim anlamını çağrıştırır bir şekilde, cümleyi ve cümlenin içerisinde geçen kelimelerin aldıkları konuma göre anlamlarını bilmeyi içerir.12 Dil âlimleri, i’râb konusunda terim olarak iki ana görüş belirtmişlerdir: Birincisi lafzî, yani söyleyişle ilgili boyutu, ikincisi ise iʻrâbın anlamsal oluşudur, yani harekelerin anlama delalet etmesidir. İbn Mâlik (ö. 672/1274) lafzî olanı tercih eder. İbn Mâlik, iʻrâbı, şu şekilde ifade eder: “Kendisiyle âmilin gerekliliğinin beyân edildiği şeylerdir. Bunlar da: Hareke, harf, sükûn ve hazf ile yapılır. İsimde asıldır, çünkü tek bir sîgayla farklı manaların kabulünü gerektirir.”13 İ’râb kelimesini anlamsal yönden tanımlayan âlimlere göre ise i’râb mana ile ilgili olup, harekeler ise bu manaların delilleridir. Bunlardan Sîbeveyh (ö. 180/796) iʻrâb konusunu ilk önce iʻrâb harfleri, âmiller ve kelime sonlarındaki hareke/harf değişiklikleri bağlamında ele alır
1.2 İ’râbu’l-Kur’ân
Kur’ân ilimlerinin özellikle de i’râbu’l-Kur’ân ilminin ortaya çıkmasının en önemli nedeni, Kur’ân-ı Kerîm’in doğru bir şekilde okunması meselesi ve Arapların yabancılarla karışması sebebiyle Arap dilinde yapılmaya başlanan dilbilgisi hataları gelir. İslâm fetihleriyle Arap olmayan milletlerin Araplarla karışması neticesinde Kur’ân’da yanlış okumaların görülmeye başlanması üzerine Hz. Ebû Bekir’in emriyle Kur’ân âyetleri bir araya toplanmış, Hz. Osman döneminde Mushaf nüshaları çoğaltılıp çeşitli merkezlere gönderilmiş, daha sonra bu hatalı okumaları büyük ölçüde önleyen noktalama ve harekeleme işlemleri gerçekleştirilmiştir.17 Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, Ebû Hüreyre’den (58/678) (r.a) i’râb hakkında merfû’ olarak rivâyet edilen: “Kur’ân’ı i’râb ediniz, onun garîb lafızlarını araştırınız”18 hadisi de Kur’ân’ın i’râb yapılmasına öncülük etmiştir. Nahiv âlimleri de Kur’ân’ın en sahih şekilde tefsir edilmesine katkı sağlamak amacıyla i’râb ve gramer konularına eserlerinde yer vererek tefsircilere yardımcı olmuşlardır. Mekkî b. Tâlib (ö.437/1045) Müşkilü İ’râbi’l-Kur’ân adlı eserinde i’râb ilminin bilinmesiyle, Kur’ân’ın daha iyi anlaşılacağı ile alâkalı olarak şunları söylemektedir: “Gördüm ki; Kur’ân ilimlerini öğrenmeye talip olan kişinin, onun lafızlarını düzgün okuması, anlamlarını öğrenmesi, kırâât ve lehçelerini iyi bilmesi gerekir. Bu ilmi öğrenmek isteyen kişinin ihtiyacı olan en önemli ilim Kur’ân’ın i’râbı ve vakıf konusudur. İşte bu ilimler sayesinde kişi Kur’ân’da hata yapmaktan uzak olur, lafızları tam olarak kırâât eder ve harekelerin değişmesiyle değişen manalara tam anlamıyla hâkim olur, böylelikle de Allah’ın muradını tam olarak anlar. Çünkü i’râbın bilinmesiyle anlamların çoğu bilinir, işkâl ortadan kalkar, Allah’ın hitabı anlaşılır ve hakiki anlam bilinir.”19 Kur’ân ilimleri arasında yer alan i‘râbu’l-Kur’ân, sözlük ve terim anlamlarına bağlı kalarak şu genelleme yapılabilir: Kur’ân’ın cümle ve terkip yapısını göz önüne alarak, lafzî, takdiri ve mahallî olarak ifade tarzlarını, hangi manalara geldiğini, nazil olduğu dil gramerinin temel kurallarını âyetlere uygulayarak, âyet-i kerîmelerden Allah’ın murad ettiği manaya en uygun olana ulaşma sanatıdır.
MEKKÎ B. EBÎ TÂLİB’İN HAYATI
Bu bölümde ilmi öğrenmek ve bilgiyi yaymak için büyük çaba ve emek sarf etmiş, birazdan da değineceğimiz gibi daha on üç yaşındayken ilim için zorlu yolculuklara katlanmış gerek ahlaki üstünlüğüyle gerekse ilmi kişiliğiyle üstün olan büyük alim Mekkî’nin kısaca hayatını, hocalarını, öğrencilerini ve eserlerini ele aldık.
2.1. İsmi, Nesebi ve Hayatı
Mekkî’nin ismi ve nesebiyle ilgili kaynak kitaplarında üzerinde ittifak edilen isimleri: Mekkî b. Ebî Tâlib21 Hammûş 22 b. Muhammed b. Muhtâr el-Kaysî el-Mukrî23 el-Kayravanî elEndülüsî24 olarak geçmektedir. İbnü’l-Cezerî ismini Hayyuş olarak zikretmektedir.25 Ziriklî de el-Aʿlâm’da, Hammûş kelimesinin Muhammed’in ismi tasğiri olduğunu söyler.26 Künyesi ise ilk oğlu Muhammed’in isminden dolayı Ebû Muhammed (Muhammed’in babası) olarak bilinmektedir.27 Mekkî, 355/965 tarihinde Kayravan’da dünyaya geldi. 28 Bazı kaynaklarda doğum tarihi h.354 olarak geçmektedir.29 Kayravan’da yetişip büyüdü. On üç yaşına kadar burada eğitimine devam etti. On üç yaşında Mısır’a ilim tahsili için gitti. Mısır’da çeşitli hocalardan hesap ilmini öğrendi. Daha sonra h.374 yılında Kayravan’a döndü. Hesap ve diğer bazı ilimleri okuduktan sonra kırâât alimlerinden ders aldı ve Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti. H.376 yılında Ebü’t-Tayyib (ö.389) dışındaki bazı kırâât alimlerinden kırâât dersleri tamamladı. Kayravan’da kırâât ilimlerini ikmal etmesinden sonra h.377 senesinde ikinci kez Mısır’a gitti ve aynı yıl kendi imkanlarıyla farz olan hac görevini yerine getirdi. Daha sonra h.378 yılının başında Ebü’tTayyib’den kırâât dersleri almaya başladı, h.378 yılının geri kalanı ve 379 senesinin bir kısmını Mısır’da kırâât okuyarak geçirdi. kırââtlerin bir kısmını tamamlamadan Kayravan’a geri döndü. H.382 de üçüncü kez tekrar Mısır’a gitti ve 383’ün bir kısmı burada kalarak tamamlayamadığı kırâât ilimlerini tamamladı. Daha sonra aynı yıl Kayravan’a dönüp h.387 senesine kadar burada kırâât dersleri okuttu. Sonra Mekke’ye gidip h.390 yılının sonuna kadar orada kaldı ve bu yıllarda art arda dört nafile hac yaptı. H.391 senesinde Mekke’den tekrar Mısır’a döndü. H.392 de Mısır’dan Kayravan’a geldi.30 Sonra h.393 senesinin Recep ayında Endülüs’e gitti ve artık burada yaşamaya devam etti önce Kurtuba’da Mescidü’n-Nühayle’de kırâât dersleri vermeye başladı daha sonra Abdülmelik b. Mansûr el-Muzâffer b. Ebî Amir onu Zâhire Camii’ne nakletti ve Âmirîler Devleti yıkılıncaya kadar burada dersler vermeye devam etti.31 Ardından Emir Mehdî-Billâh el-Ümevî tarafından Kurtuba Camii’nde Kırâât dersleri vermekle görevlendirildi. H.429 senesine kadar bu görevine devam etti. 429 senesinde, Ebü’l-Hazm Muhammed b. Cevher kendisine imam ve hatiplik görevi verdi ve vefat edinceye kadar hatiplik görevine devam etti. Mekkî b. Ebî Tâlib 2 Muharrem h.437 senesi cumartesi günü sabah namazı vaktinde vefat etmiştir. Cenaze namazını oğlu Ebû Tâlib Muhammed b. Mekkî kıldırmış ve ardından Kurtuba’da Rabaz Kabristanı’na defnedilmiştir. Mekkî b. Ebî Tâlib ahlak ve kişilik bakımından mükemmel, ilim bakımından derin bir ilme sahipti. Hayatı boyunca ilimle meşgul olmuş ilim için uzun yolculuklara çıkmıştır. İlmi üstünlüğü, ilim sevgisi ve üstün ahlakıyla ilgili olarak kaynaklarda geçen bazı bilgiler şu şekildedir. Öğrencilerinden biri olan Ebû Ömer El-Mehdi hocası hakkında şunları söylemektedir: “Mekkî, Ulum-i Arabiyye’de derin ilme sahip olanlardandı. Üstün anlayış ve yaratılışa sahipti. Dini bilgilere hâkim ve üstün ahlaki kişiliğe sahipti. Kırâât-ı Seb’a’yı çok iyi bilir ve manalarına tam vakıftı. İbnü’l-Cezerî ve İbnü Beşküvâl, Mekkî’nin ahlaki özelliklerine vurgu yaparak; onun çok hayırlı, dindar, fazilet sahibi, mütevazi ve duası kabul olunan bir kişi olduğunu aktarırlar. İbnü Ferhûn ise Mekkî’nin ilmi yeterliliğini belirtirken; ilminin yayıldığını, şanının yüceldiğini, her yerden insanların kendisini görmeye geldiğini ve çok sayıda kitap telif ettiğini kaydeder. Bu bilgiler Mekkî’nin ilmi öğrenmeye olan sevgisini göstermektedir. Öte yandan yetiştirdiği talebe sayısının çok oluşu da ilmi yaymaya ve devam ettirmeye çalışması da ilme olan saygısını gösterir. Şimdi de Mekkî’nin ders aldığı hocalarını ve ders öğrettiği talebelerini zikredeceğiz.
2.2. Hocaları
Mekkî’nin ilim için daha on üç yaşında yollara düştüğünü daha önce belirtmiştik. İlim tahsili için Kayravan, Mısır ve Hicaz’da dönemin önemli alimlerinden ders aldığı kaynaklarda geçmektedir. Hatta Mekkî’nin ders almak için hocalar konusunda ne kadar titiz davrandığını, ders alacağı hocalarda nasıl özellikler aradığını eserinde şöyle belirtmektedir: “Kur’ân’ın talibi olan kimsenin okuyacağı, kendisinden nakil ve rivâyet yapacağı kimseyi seçmesi vacip olur. Bu kimsenin dindar ve günahlardan uzak, Kur’ân ilmini gereği gibi anlayan, Arapçaya yeterince nüfuz eden, Kur’ân’ın lafızlarını güzel anlatabilen, ilminde meşhur olmuş imamlardan, sağlam ve sıhhatli nakil yapabilen bir kimse olması şart olur. Kur’ân öğrencisinin, naklini sika, güvenilir, halinden, ilminden ve dininden razı ve memnun olduğu kimseden yapması gerekir. Mütevazi, şüpheli şeylerden uzak, az gülen ve az konuşan, ilim ve vakar sahibi, ahlaklı olması gerekir. Biz de Mekkî’nin yolculuk yaparak bu vasıflarda aradığı ilim ehli hocalarından bazılarına kısaca değineceğiz
2.2.1. Kayravan’da
1- Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Zeyd El-Kayravanî (H. 310-382). 38 2- Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Halef el-Meafiri el-Kabisî (H. 324-403).3- Ebü Abdillâh Muhammed b. Ca’fer et-Temîmî el-Kazzâz (H. 342-412).
2.2.2. Mısır’da
1- Ebû’t-Tayyib Abd’ül-Mün’im İbn Ğalbûn (H. 309-389). 2- Ebû’l-Hasen Tâhir b. Abd’il-Mün’im b. Ubeydillah b. Ğalbûn (H.-/399). 3- Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Üdfüvî (H. 304-388). 4- Abdülazîz b. Ahmed b. Muhammed b. İshak b. El-Ferec Ebû Adiyy Mısırlı İbnü’lİmam (H. 290-380).
2.2.3. Mekke’de
1- Ebû’l-Hasen Ahmed b. İbrâhîm İbn Ferâs el-Abkasî (H.-/405)45 2- Ebû’t-Tâhir Muhammed b. Muhammed İbn Cibrîl el-Uceyfî. 3- Ebü’l-Kâsım Ubeydullah es-Sekatî. 4- Ebû’l-Hasen b. Razîk el-Bağdâdî. 5- Ebû Bekir Ahmed b. İbrâhim el-Mervezî. 6- Ebû’l-Abbas es-Seviyy.
2.2.4. Kurtuba’da
Yunus b. Abdillâh b. Muhammed b. Meğîs (H.-/429). Mekkî’nin hocaları bunlarla sınırlı değildir elbette biz sadece önemli birkaç tanesini zikrettik.
2.3. Talebeleri
Mekkî yapmış olduğu ilmi yolculuklar sonucunda, büyük alimlerden kırâât ilmini almış bu ilmi birikimini daha da geliştirip, kırk dört sene boyunca kendisine gelen öğrencilerine aktarmıştır. Kırâât ilminin yayılmasında büyük katkıları olmuştur. Kurtuba’da yetiştirmiş olduğu talebelerinden ve büyük kırâât alimlerinden biri olan Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Mehdi, hocasının tedrisatını anlatırken şu ifadeleri kullanmaktadır: “Kurtuba camiinde oturup öğrenci okutmaya koyuldu ve onun cömert ellerinden cemaatler faydalandı, Kur’ân’ı tecvid üzere okumayı öğrendiler. Böylece ülkede ismi çok büyüdü, kadri yüceldi.”52 Mekkî de tüm hocalar gibi birçok talebe okutmuştur. Ama ilim alma ve kendisini ilmi yönden geliştirme bakımından hepsi eşit olamaz. Biz de bu talebeler arasında kendisini ilme veren ve ilmi yönden kendisini geliştiren, ilmi ile meşhur olan birkaç talebesini zikredeceğiz: 1- Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Hâlid b. Ahmed b. Mehdî el-Kelâ’î (H. 394- 432). 2- Ebü Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Mutarrif el-Kinânî el-Kurtubî (H. 387-454). 3- Ebü’l-Velîd Muhammed b. Cevher b. Abdillâh b. el-Ğamr b. Yahyâ b. el-Gâfir İbn Ebî Ubeyde (H. v.462). 4- Ebü Tâlib Muhammed b. Mekkî b. Ebî Tâlib b. Muhtâr el-Kaysî (H. v. 474). 5- Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed es-Sanhâcî (H. v. 480). 6- Ebü Muhammed Abdullah b. Sehl b. Yusuf el-Ensârî (H. v. 480). 7- Ebû Umran Mûsâ b. Süleyman el-Lahmî (H. v. 494). 8- Ebü Abdillâh Muhammed b. Ferec (H. v. 497). 9- Ebû Ca’fer Ahmed b. Abdirrahman b. Abdilhak el-Hazrecî (H. v. 511).
2.4. Eserleri
Mekkî hayatı boyunca kendisini ilme adamış biri olarak birçok eser vermiştir. Mekkî tefsir, kırâât, Kur’ân ilimleri, hadis, kelam, fıkıh, sarf, nahiv, tasavvuf gibi birçok alanda eser vermiş bir alimdir. Birçok eseri günümüze ulaşmış olsa da bazıları ulaşamamıştır. Hatta bazı eserleri fihristlerde zikredilmelerine rağmen günümüze ulaşmamıştır. Gümümüze ulaşmış en meşhur eserlerinden bazılarının isimlerini şöyle zikredebiliriz: 1- el-Hidâye ilâ Bulûği’n-Nihâye fî ʿİlmi Meʿâni’l-Kurʾâni ve Tefsîrihî ve Ahkâmihî ve Cümelin min Fünûni ʿUlûmihi. Tefsir alanında yazılmıştır. 2- Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân. Kur’ân i’râbı hakkında yazılmıştır. 3- Tefsîrü’l-Müşkil min Garîbi’l-Kurʾân. Garibü’l-Kur’ân alanında yazılmıştır. 4- el-Îzâh li-Nâsihi’l-Kurʾân ve Mensûhihi. Nasih ve mensûh konusunda yazdığı eseridir. 5- Er-Riʿâye li Tecvîdi’l-Kırâʾe ve Tahkiki Lafzî’t-Tilâve. Tecvid alanında yazdığı eseridir. 6- Şerhu Kellâ ve Belâ ve Neʿam ve’l-Vakf ʿalâ Küllî Vâhidetin Minhünne fî Kitâbillâhi. 7- Et-Tebsıra fi’l-Kırââti’s-Seb’. Kırâât ilmiyle ilgili eseridir. 8- el-İbâne ʿan Meʿâni’l-Kırâât. Kırâât alanında yazdığı bir diğer eseridir. Mekkî’nin birçok eser yazdığını daha önce belirtmiştik. Burada faklı ilim alanlarında yazdığı ve en meşhur birkaç tane eserini zikrettik.
MÜŞKİLÜ İʿRÂBİ’L-KURʾÂN” ESERİNDE KULLANDIĞI YÖNTEM
Eserin ismi, yazılış tarihi, yazıldığı yer ve içerdiği konular hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra, yazılış amacı ve i’râbta kullandığı yönteme geçeceğiz.
3.1. Eser Hakkında Genel Bilgiler
Genel olarak kaynaklarda kitap Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân ismiyle geçmektedir. Kitaplarının en meşhur olanlarındandır. H. 391 yılında Kudüs’te yazdığı, pek çok dil bilimci ve nahivcinin görüşlerine yer verdiği eser İbn Atıyye el-Endelüsî, İbnü’ş-Şecerî, Kemâleddin elEnbârî, Ukberî, İzzeddin İbn Abdüsselâm, İbn Usfûr el-İşbîlî, Muhammed b. Ahmed elKurtubî, Ebû Hayyân el-Endelüsî gibi âlimlerin dil ve tefsire dair eserlerinin belli başlı kaynaklarından biridir. Birçok yazma nüshası mevcuttur. Yâsîn Muhammed es-Sevvâs ve Hâtim Sâlih ed-Dâmin tarafından ayrı ayrı tahkik edilmiştir.
3.2. Eserin Yazılış Amacı
Mekkî bu kitabın giriş kısmında kitabın amacını şöyle anlatmaktadır: “İ’râb konusunda yazılan binden fazla kitapların çoğunun cer ve cezm harfleri, fâil ve meful, innenin ismi ve haberi ve onlara benzeyen gibi konularda bilip bilmemekte, alimle bilmeyen arasında fark olmayan basit şeyleri uzun uzadıya anlatarak sözü uzattıklarını; öğrenmeye ihtiyaç duyulan pek çok müşkillerden gafil kaldıklarını gördüm. Bu sebeple bu kitapta tefsirin müşkilini açıklamayı, illetlerini, zorluklarını ve nadir olanları anlatmak istedim. Onu ezberleyip, onunla yetinmek isteyenler için taşınması hafif, alınması kolay ve kolay ulaşılır olması için yazdım. Yoksa Allah Azze ve Celle’nin kitabının söz diziminde bir müşkil yoktur. Ancak belirtilmeyen veya kıyası bulunan meseleler vardır. Bunların anlaşılması için bu eseri telif ettim…” Devamında şöyle diyor: “Biz bu kitabımızı nahivden car ve mecrur, fâil ve meful, muzâf-muzâfun ileyh, sıfat-mevsuf vb. başka bir şey bilmeyenler için telif etmedik. Biz onu yönünü bundan ilerisine çevirebilen, onun zahiri ilimlerini iyi bilen ve tüm âmillerini tanıyıp, usullerine bağlı kalan işin ehli kimseler için telif ettik…” Bu bilgilerden sonra Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân’ın muhakkiklerinden biri olan Hâtim Sâlih ed-Dâmin de aynı kitabın mukaddimesinde kitabın yöntemini açıklamaktadır.
3.3. Eserinde Kullandığı Yöntem
1- Mekkî eserinde 114 sûrenin tamamının i’râbını yapmakla birlikte her bir sûreyi ayrı başlıklarla ele almıştır. Bu başlıklar altında sûre hakkında veya kaç âyet olduğuyla ilgili herhangi bir bilgi vermeyip besmeleden sonra i’râbını yapacağı âyetin i’râbına geçmektedir.Âyetleri Mushaf’taki tertibe göre ele alıp i’râb yapmış, bu âyetlerin i’râbını da zayıf ve güçlü diye ayrım yaptığı, bazılarını bazılarına tercih ettiğini görürüz. 2- Mekkî’ye göre tüm sûrelerin âyetlerinde müşkilü i’râb vardır. Ama o tüm âyetlerin i’râbını yapmamış sadece bazılarını i’râb yapmış bazılarını da sadece birkaç kelimesini i’râb yapmıştır. Örnek olarak Bakara sûresinin yedinci âyetinin i’râbını yaparken (مْهِّعِّمْ سَ ىٰ َو َعل ) ifadesinin i’râbını yapıp direk (ٌوةَ شاَ غِّ ( kelimesinin i’râbını geçmekte. Bu âyette sadece bu iki kelimenin i’râbını yaptığını görmekteyiz. 67 3- Mekkî genellikle nakli rivâyetler yapar bu yüzden kitabı Basralı ve Kûfeli ekollerin ihtilaflarından kurtulamamıştır. Örnek olarak Fâtiha sûresinin i’râbını yaparken “ :وعال جال قوله "اِّ ْهِّدنَا" طلب وسؤال ومجراء في االعراب مجرى األمر لكنه مبني عند البصريين حذف الياء منه بناء ومعرب عند الكوفيين .... منه الياء حذف Yüce Allah’ın şu sözü: (اَدنِّهْ ِّا’ Bizi eriştir.’) bir istek ve yapılması istenen şeydir. İ’râbta bunun geliş kalıbı emir kipindendir fakat Basralılara göre bu mebnidir ve ي harfi hazfedilmiştir. Kûfelilere göre ise mu’rebdir ve ي harfinin hazfedilmiş olması mu’reb oluşundandır…” 68 Basralı ve Kûfeli ekollerin görüşlerine ayrı ayrı yer vermiştir. Bu da yukarıda belirttiğimiz gibi i’râbta ihtilaflara neden olmakta olup eserde çokça karşımıza çıkmaktadır. 69 4- Çoğu zaman sarf problemlerine önem vermiştir. Kelimelerin kökenini fiilin yapısını veya veznini açıklayarak i’râbın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Örnek olarak Âl-i İmrân sûresinin on dördüncü âyetinin son bölümünün i’râbını yaparken fiilin veznini şöyle ٰ قوله:" ِّب ” :açıklamaktadır َما ْ فعَل َو " هّللاُ ِّعْندَهُ ُح ْس ُن ال هللا ابتداء وحسن ابتداء ثان وعنده خبر حسن، ... ولماب وزنه َمْ َو َو هّللاُ ِّعْندَهُ ) :kavli şu ın’Allah وأصله مأ ب ثم قلبت حركة الواو علي الهمزة وأبدل من الواو ألف مثل مقال ومكان. ِّب ٰ َما ْ ال نُ سْ حُ’ Asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.’) هللا mübteda, حسن ikinci mübteda, َمفْعَل) ise الماب ...haberi mübtedanın ikinci عنده ) vezninde gelip aslı وبَ مأ ‘dir. Daha sonra vavın harekesi hemzenin üzerine çevrilerek )و(a bedel olarak (ا (getirilmiş. ومكان مقال Örneklerinde olduğu gibi.” 70 Bu örnekte de görüyoruz ki Mekkî kelimelerin kökenlerini ve vezinlerini örnekler vererek açıklamaktadır. Bunun dışında birçok yerde sarf konularına değindiğini bu yöntemi kullandığını örneklerde görebiliriz.5- İ’râbın sıhhatini ispatlamak ve manayı açıklamak için bazı yerlerde tefsirlerden yardım almıştır. Örnek olarak Bakara sûresinin on ikinci âyetinin i’râbında: “ كسرت" مْهُ اََالا قوله:" اِّنَّ ُهْم) :sözü şu ın’Allah Yüce ان ألنها مبتدأ بها. ويجوز فتحها إذا جعلت أال بمعني حقا. اِّنَّ !edin Dikkat ‘اََالا Şüphesiz ki onlar…’) kendisiyle mübteda yapıldığı için ان kesreli gelmiştir. ‘أال ‘ya “gerçekten” manâsı verildiği zaman fethalı gelmesi de caiz olur.” Esere baktığımızda Mekkî'nin bu bilgileri Nehhas’ın tefsirinden aldığını ve bunun dışında farklı diğer tefsirlerden de yararlandığını ve alıntı yaptığını görmekteyiz. 6- Kitabında kırââtlere çokça yer vermiş, ayrıntılı bir şekilde kırââtlerden bahsetmiş, örnek olarak Nisâ sûresinin 128. Âyetindeki (حاَ (يُصاِّل kelimesinin i’râbını yaparken kırâât açısından değerlendirdiğini görürüz. Eserinde değindiği kırââtlerin yönlerini tek tek açıklamış ve çoğunlukla da başlangıç ve duraklardan bahsettiği için kırââtleri takip etmedeki maksadını aşmıştır. 7- Delil olarak Peygamber (s.a.s.)’in hadislerini çok az kullanmıştır. Kullandığı ... ما روي عن النبي صل هللا عليه وسلم أنه قال: )إن هللا عز وجل ينهي عن قيل وقال( ... :biri hadislerden hadisidir. Bunun dışında sadece iki tane hadis kullanmaktadır. Bunlardan biri sayfa 257’de diğerinin de sayfa 721’de geçtiğini görmekteyiz. 8- Diğer yandan delil olarak Arap şiirlerine de eserinde çok az yer verdiğine ve sadece birkaç yerde kullandığını görebiliriz. 9- Mekkî bu eserinde ara söz cümlelerini çokça kullanmıştır. Örnek olarak İbrâhîm قوله: "۪في يَ ْوٍم َعا ِّص ٍف" أي عاصف ريحه كما تقول: مررت برجل قائم ” .bakabiliriz âyete sekizinci on sûresi ف۪ي ) :gibi olduğu sözünde şu ın’Allah أبوه، ثم تحذف األب إذا عُلم المعني. وقيل تقديره: في يوم ذي عصوف. فٍ صِّ عاَ مٍوْ َي’fırtınalı bir günde’) yani rüzgârı şiddetli olan. Şöyle söylendiği gibi: Babası ayakta olan bir adama uğradım, sonra buradaki mana bilindiğinden baba kelimesinin hazfedilmesinde olduğu gibi yukarıdaki âyetin aslı ‘şiddetli bir fırtınaya sahip gün’ demektir denildi.” Bu örnekte de görüldüğü gibi Mekkî âyetleri açıklarken çoğu zaman örnekler üzerinde bağdaştırmaya çalışıp çokça ara söz kullanmaktadır. 10- Mekkî’nin eserinde benzer konular arasında bağlantı kurma ve bu konuları birbiriyle َر قوله: "تُوِّل ُج ” :geçmektedir şöyle Örnek .vardır kıyaslama َها ِّر َوتُوِّل ُج النَّ َها ْي َل فِّي النَّ ْي ِّل ال " َّ فِّي ال مثل ”تُ ْؤِّتي َّ ُء" في وجهيه... َك َم ْن تَ َشاا ْ ُمل ْ ال Yüce Allah’ın şu kavlinde olduğu” Âl-i İmrân sûresinin yirmi altıncı ve yirmi yedinci âyetlerindeki bu ifadelerin i’râbını yaparken bu iki âyet arasında bağlantı kurup i’râb bakımında aynı olduklarını ifade etmektedir. 11- Mekkî bazı yerlerde diğer kitaplarına atıfta bulunuyor. Mekkî’nin bazen diğer kitaplarından faydalandığını konuyu orada açıkladığını şu örneğe bakarak anlayabiliriz. Mekkî A’râf sûresinin yüz yetmiş ikinci âyetin i’râbında: “ "مْ هِّ" :قوله رِّ هوُ ِّم بدل من " ْن ظُ َ دَم ٰ بَ " باعادة الخافض ۪اني ا بَل وأصل ألفها والفرق بينها وبين نعم ومعناهما وتصرفهما في الكالم في ٰ وهو بدل بعض من كل. وقد ذكرنا حكم " ى" وعللها ُهو ِّر ِّه ْم) :sözü şu ın’Allah كتاب "كال". َ ( ِّم ْن ظُ دَم ٰ ا انيَ۪ب‘den gizli olan bir parçayı iade etmek için ٰى) .denir بدل بعض من كل da Buna .bedeldir لَب (kelimesinin hükmünü, illetini, elifinin aslını, نعم ile aralarındaki farkı, manalarını ve sözdeki kullanımlarını “Kellâ” kitabında zikrettik.” Örnekten anlaşıldığı gibi âyetteki kelimenin açıklamasını tekrardan yapmayarak kitabına atıfta bulunup orada detaylı açıkladığını görürüz. Bunun gibi daha birçok yerde farklı eserlerine atıfta bulunuyor. 12- Bazı yerlerde daha önce geçmiş olan aynı kelime veya cümlelerin i’râblarını yaparken aynı şeyleri tekrar ettiğini görmekteyiz. Örnek olarak Bakara sûresinin yüz elli birinci ْ قوله: " نَا" الكاف في موضع ” :yaparken râbını’i kelimenin şu âyetindeki ْر َسل َماا اَ َك نصب... اذكروني وفيه بعد önce daha râbının’i harfinin( ك( buradaki لتقدمه وان شئت جعلت الكاف في موضع نصب على الحال... geçtiğini ve bunu açıkladığını belirtmektedir.” Bunun sıklıkla tekrar edildiğini görmekteyiz. 13- Mekkî’nin eserinde kullandığı başka bir yöntem ise birçok farklı görüşe yer vermesidir. Bu görüşlerden hangisinin doğru ya da hangisinin yanlış olduğunu belirtmemiş sadece böyle bir görüş var bakınız demekle yetindiğini görmekteyiz. Ayrıca eser nahv ve lügat alimlerinin görüş ve sözlerine de çokça yer vermiştir. 14- Mekkî’nin tüm âyetlerin i’râbını yapmadığını daha önce belirtmiştik. Bazı sûrelerde ise âyetler arasında çok uzun atlamalar yaptığını görmekteyiz. Şu örneğe baktığımızda A’râf sûresinin yüz on yedinci âyetinin i’râbını yaptıktan sonra yüz otuz ikinci âyete geçtiğini ve aradaki âyetleri atladığını görebiliriz.81 15- Mekkî bazı sûrelerin i’râbını yaparken âyet sıralamalarında bazılarını öne aldığını görmekteyiz. Tevbe sûresinin yirmi beşinci âyetin i’râbını yirmi birinci âyetten önce yaptığını, Kehf sûresinin kırk sekizinci âyetin i’râbını kırk yedinci âyetten önce yaptığını örnek olarak verebiliriz. Böylece Mekkî’nin Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân adlı eserinde i’râba Fâtiha sûresinden başlayıp Nâs sûresine kadar tüm sûrelerde i’râb yaparken kullandığı yöntemleri örnekleriyle birlikte açıklamaya çalıştık.
SONUÇ
İslâmiyet’in doğuşundan günümüze kadar Müslümanlar kendi dinlerini daha iyi öğrenmek ve yaşayabilmek için daima İslâmi ilimlerin varlığına ve bilgiye ihtiyaç duymuşlardır. Bu yüzden ilmi öğrenmek ve bilgiyi yaymak için büyük çaba ve emekler sarf etmişlerdir. Biz de bu çalışmamızda hayatı boyunca ilim öğrenmek ve öğretmek için çaba gösteren ilim ehli Mekkî b. Ebî Tâlib’in hayatını, bazı eserlerini ve Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân kitabını kısaca tanıttık. Bu çalışmamızda ilk önce i’râbın önemli oluşuna, i’râbın sadece okumaya yardımcı harekeler veya harflerden ibaret olmadığına, i’râbın anlama etkisine ve detaylı olarak bilinmesinin gerekliliğine, i’râbı iyi bilmeyenlerin cümlenin anlamını bir harekeyle nasıl değiştirdiklerini örnekler vererek değindik. İ’râbu’l-Kur’ân ilminin temellerinin Hz. Ömer’in emriyle Ebû’l-Esved ed-Düelî tarafından Kur’ân-ı Kerîm’e konulan harekelerle atılmış olduğundan bahsettik. İ’râb ve İ’râbu’l-Kur’ân terimlerinin hem sözlük hem de ıstılâhi manalarını açıklayıp i’râbın Arapçadaki önemine değindik. İ’râbın, Kur’ân’ın ve bireyin doğru anlaşılmasından doğan bir ihtiyaç sonucu ortaya çıktığı sonucuna vardık. Mekkî’nin Müşkilü İʿrâbi’l-Kurʾân eserinin amacına ve yöntemine değinip kullandığı bazı yöntemleri ve i’râb şeklini örneklerle açıklamaya çalıştık. İ’râb konusunda yazılan birçok eserin aynı şeyleri anlattığından bu kitabın yazılış amacının Arapça bilmeyenlere Arapça öğretmek olmadığını asıl amacının kendini bu alanda geliştirmek, ilmi birikimini artırmak ve bir adım daha ileriye gitmek isteyenler için faydalı olduğuna kanaat getirdik.
Yorum Sayısı : 0